Sevdim seni manolya...
Çok sevdim...
Senle bağım çok eskilerden...
Dedemin bahçesinden...
Ve seni koparana uzaklaştırma veren okulumun yasaklarından bu yana gelir...
Dayanamazdım sana manolya.
Kokunun hissettirdiklerine...
Kozalığını döndürerek çıkardığın çiçeğinin şölenine...
Yeşilini ve dokusunu her mevsim koruyan cilalı yapraklarına...
Renklerin ve kokuların cümbüşüyle düğün yapan baharın, senin çiçek açman için verdiği o kısacık ömrüne hep hüzün duydum.
Koklayanın burnundaki temastan haz etmediğin ve hemen solan narinliğine hayran oldum.
Toprağın altına uzanan köklerin de nazende mi ?
Yerin altındaki sessizliğini
hissedebiliyorum manolya.
Gövdenden göğe uzanan umudunu da...
Yerin altından umudunu besleyen ve çiçeğinin ömrü hiç de kısa olmayan kalbini de...
Tümünle, hem göğe, hem de toprağa uzanan var oluş çiçeklerini de...
Hikayeleriyle beni etkileyen göçlerde, nasıl umut olduğunu biliyorum...
Onlardan birisi de gemi ile gelen mübadelen.
Göçüyle gelen mübadillere, nasıl da nazikçe eşlik etmişsin sen manolya....
Girit’deki bahçenin şenliklerinden, yeni bahçene hoş gelişini okudum.
Girit de Fener Memuru olan Ali Bey seni neyle mübadele edebilirdi gelirken ?
Anılarıyla beraber yanına aldığı umuduydun, toprağıyla beraber sürgün edilen.
Ayvalık’tan Girit’e giden, anılarının izlerini bahçelerinde bırakan ve o izlere kendi izleriyle de dönen; Ali Bey seni hiç bir şeye değişmedi.
Ne ile değişilebilirdi ki izlerin ?
Yeni bahçende de çiçekler açtın mevsiminde.
Ve tanık olduğun yılların mevsimlerince hep yemyeşil kalmış, zamana meydan okuyan zamansız ruhunun yaşı nasıl hesaplanır ki ?
Kızı Fatma’yı Çanakkale’ye gelin eden ve çeyizine de senden 3 fidan koyan Ali Bey, seni nasıl da sevmiş manolya...
Damadına sıkı sıkı tembih etmiş Ali Bey;
fidanların dikimi için, manolyanın nazlı doğasından anlayan birisini bulmasını söylemiş.
Damadı Mehmet Bey, Çanakkale belediyesinde bahçıvan olan ve yine bir Girit mübadili olan İbrahim Çapkan’ dan fidanları dikmesini istemiş.
Yeni çift fidanlardan birisini kendi evlerinin bahçesinde, ikinciyi İbrahim Bey’in bahçesinde, diğerini de nikahlarının kıyıldığı günün anısına, belediye binasının bahçesinde yeşertmiş.
Ve onlardan günümüze belediye binasının bahçesindeki, 88 yaşındaki manolya ağacı ulaşmış.
Kuruyan manolyaların umudunu adeta devleştirmiş gövdesinde...
Ali Bey manolyaları sürgün de edilse, hatta gün gelip kurusalar da, tarihler boyunca hep aynı kalmasını istediği haysiyetini, sebatını ve saflığını dikmiş olmalı o takası olmayacak, aşkla giden çeyize.
Girit’ten Ayvalık’a, sonra da Çanakkale’ye taşıdığı mücadelesi ne kadar da güzelmiş...
Lozan’la geldiği gibi gidenlerin hezimeti ile Çanakkale’deki sayısız onurlu izden birisin sen manolya...
Anıt Ağaç olan yanlarınla üzerine beton dökülmesi mümkün olmayan ruhun yakılamaz...
Görmeseler de seni sathında, seni her bir yangında müdafaa edecek ve sonsuzluğa eren ruhlar ile tüm hatlarınla hep korunacaksın sen Manolya...
Gölyazı’daki Ağlayan Çınar’ın akıttığı kanlı öz suyunun hazin hikayesindeki gibi; toprağın uğruna verilmiş ve hep verilecek mücadelen ile hep olacaksın...
Seni yalnızca imparatorların burnuna layık gördüler diye solmaz ruhunun güzel kokulu yaprakları...
Toprağından seni sürgün edenlerin sevdası neyeydi?
Kendi dünyanın, kendi toprağında büyüyordun...
Gübren sevgiydi senin...
Ayazları sevmiyorsun biliyorum.
Soluduğun havanın nemiyle parıldıyor yeşillerin...
Sert esen rüzgarların toprağı seni sevmiyor değil...
Ilıman olmalı köklendiğin kalplerin toprakları...
Bakıma muhtaç olan sen değilsin manolya...
Şüphesiz inananların senden aldığı şansa, bolluğa ve berekete hangi sevgisiz çorak toprakların yarıkları sevdalanabilir ?
Gerçek miydi sevdaları ?
Ya da yüksek titreşimlerinle yaydığın enerjinle
Dokunamadıklarının burnunda mı soldun ?
Yıldızların ve lalelerin görkemine benzeyen çiçeklerinin kokusu hangi burunların kara deliklerinde hapsoldu ?
20 milyon yıllık fosillerinin de ruhu biliyor 3 günlük ömrü olan çiçeklerinin sonsuzluğunu...
Dedemin İnsanları filmindeki dedenin anlaşılamayan ve anlamayanlara hep gavur kalan şişesinin içindeki umudu gibi...
Son bulmayacak acıların içinden doğan umutların hiç son bulmayacak müdafaası ile yaşayacaksın sen manolya...
Dedemin yıllar evvel diktiği ve hayran olunan manolyası gibi...
Şimdi selvilerinden konuşsa da sana dedem “mavi kuş” ile yollara koyulduğu mücadelesisin sen...
Ve bana yaklaşan kornasını mahallenin köşe başlarından duyduğum sonra da alıp götürdüğü lunaparkların değiş tokuşu olmayan sevincisin sen...
Artık kurusan da, karşındaki ormanın çamlarının ruhuyla da yaşıyorsun biliyorum...
Anılarda var olan izlerin kurur mu hiç ?
Özgürlüğe uçan dedem gibi mavi kuşu da sana çırpıyor yine kanatlarını...
Ve kızının ellerinden tığlarla zincirlenip işlenen ağacının çeyizinde buluşuyoruz...
Her renkte kuşun yuvasını düşünen ve ışıklarla süslediği ağacının karmalarında buluşuyoruz....
Babalarımızın...
Ve atalarımızın....
Hangi gemi alıp da götürdü kuruyan dallarındaki çiçeklerini ?
3 günlük ömrün solmayacak gitsen de mübadele ile göç edilen gemilerde...
Ya da kuşlar uzaklaştırma alır mı dallarına konmaktan...
Toprağın seni niye sevmesin manolya.
Sen doyamasan da toprağına ve açamasan da yeniden, dedem ve oğlu yeşeren yeni fidanlarını görüyor...